Hafızai Beşer (8) Oflu Osman, Asım Hancı, Prof. Dr. Semra Kahraman, Salih Cengiz, Nizam Sayın, Muhsin Bayburtlu,

OSMAN CEVAHİROĞLU (Oflu Osman) 
Oflu Osman Dostlarıyla
Her ne kadar "Oflu Osman" olarak tanınmış olsa da; Çaykara menşeli özbe öz Bayburt evladı...


Onun aslında, Bayburt'un Yaylapınar (Lusunk) köyü nüfusuna kayıtlı olduğunu pek az kimse bilir. Ağabeyi Oflu Hasan'ın 1940 lı yıllarda bileğinin ve yüreğinin gücüyle elde ettiği ' Kabadayılığı' ancak, fedakar insanların talepkâr olduğu ve özel bir tercih olarak görmek lazım. Dolayısıyla Oflu Osman , kabadayılığını bu gün literatürdeki anlamı ile; 'mafya' olarak algılamaktan ziyade, kimsesizlerin kimsesi, yardımsever,dürüst ve adaletli kişiliği ile toplumda saygınlığı üst seviyede olan ve sevilen, sayılan babacan bir gönül adamı olarak algılamak daha doğru olur kanaatindeyim..arşı sivil, bireysel ve

"Son Kabadayı" da denilir bu hemşerimiz için. Kim ne derse desin, yaptıkları iş ve fiiller öyle kuru hamaset değil, gerçekten sosyal hayat içinde vaki adaletsizliklerin, otorite boşluğundan kaynaklanan mağduriyetlerin, güçsüz ve  kimsesizlere yardımı esas alan bir serdengeçti işidir. Yani kimsesizlerin gideceği en son durak... Maksadımıza havi olan sözlerimizi kimi hemşerilerimiz yanlış algılayabilirler, 'kabadayılık alemin' de gerçekten merhamet ve yardım sever duyguları baskın olmayanlar uzun süre bu alemde barınamaz ve berhava olup giderler. Dolayısıyla bahse konu hemşerimizin cemaziyülevveli itibari ile bakıldığında her türlü mafya vari saik ve yaftalardan beri, mütevazı, yüreğindeki sevgi ve değerleri hayata geçiren özel bir kişilikti diyebiliriz.
Derler ki, Florya da evinin yanındaki komşu ailenin bahçesi (yüzme havuzu) görünmesin diye, ( komşu mahremiyetini koruyan ve saygı duyan bir şuur gereği) bir hayli yüksek bir duvar ördürmüştür. Yani komşuluğa son derece önem veren ve komşu hukukuna riayet eden ve özünden mülhem düşünce sahibi. Bu örnek Bayburt kültürü ile müsemma olduğunun bir tezahürüdür. Böyle anlatılan bir çok saygıdeğer hasletleri var bu "kabadayı (?)" hemşerimizin.
Bayburt eşrafından demirci Salim efendi kızı Saime Hanımefendi ile evlenmesi ve akabinde kız kardeşinin de Ardusta'lı Rahmi Yazoğlu (Kurban Yazoğlu  beyin babası) ile evlenmesi ile birlikte hemşerileriyle olan ilişkisi iyice pekişmiş, yüzlerce Bayburtluya ekmek kapısı olmuş ve hiçbir Bayburtluyu boş çevirmemiş, hemşerilerimizin aşamadıkları bir çok müşkülatta yardımlarını esirgememiştir. Cami, dernek ve spor kulüplerine ve hayır-hasenat işlerinde sürekli maddi ve manevi destek vermiştir.
Bilindiği gibi Bayburt devlet hastanesinin "Kardiyografi" servisini yaptırıp, tefrişi ile içini modern cihazlarla donatmıştır.
Hemen her yaz Bayburt’a gelip 10-15 gün kalır ve Zeki Çikot, Cevdet Özeler, Recep Cengiz, Tatlı Battal, Nazir Ardanuç, Mustafa Türkmenli ve Zeki Kutur gibi o dönemdeki yakın dostları ile hasbıhal olur, zaman zamanda çok sevdiği Kasım Bölen'i (Gasımağa) İstanbul’a getirtip onunla şakalaşır, yarenlik ederdi.
Bu değerli büyüğümüz; ne yazık ki tek erkek evladı olan İsmail'i 1982 yılında elim bir kaza sonucu kaybetmesinin ardından adeta yıkılmış, sağılığını yavaş yavaş yitirmiş ve 2005 yazında tedavi gördüğü Londra'da Bar-i Huda’ya kavuşmuştur. Allah rahmet eylesin.
ASIM HANCI
" 1922 yılında Bayburt'un Veysel Efendi Mahallesi'nde doğdum. 87 yaşındayım. 55 sene doğduğum ve hâlâ yaşadığım mahalleme muhtarlık yaptım " diyor Asım Hancı büyüğümüz. Geçtiğimiz günlerde Bayburt Postası gazetemizde yapılan mülakata verdiği bilgilere, malumata göre: " Göbeğim kesildiğinde anamı, 2 yaşında ise babamı kaybetmişim. Yani hiçbirini hatırlamıyorum. Amcam büyütmüş. Hatta 18 kadın emzirmiş beni. Yani 18 tane süt anam var. Allah hepsine rahmet eylesin ve hepsinden razı olsun " yani onu dünyaya getiren anası dâhil 19 analı bir çınar.
Muhtar Asım Hancı
Gazeteci dostumuz Cahit Altay Bey; " Vay be... Yetim ve öksüz bir çocuğa 18 süt anne , bu ancak Bayburt’ta yaşanır. Varın gerisini siz tahayyül edin.. Bayburt buydu! " diye, mülakata yorumda bulunmuş ve ekseriyetin hayret ve hislerine tercüman olmuş.
Asım Hancı amcamız, yoksulluk ve fakirlik içindeki genç Türkiye Cumhuriyetinin geneline şamil olan durumu şöyle ifade ediyor: " Dünya'ya kafa tutmuş, savaşlar görmüş bir Türkiye. Nasıl olacak! Kıtlık ve sıkıntılar içinde. Kendimi bildim bileli esnafım. İlk işim ‘hancılıktı. Ozulu binasının yanında 4 tane han vardı. Zaten oradan bu tarafa kadar da hep bağ ve bahçe vardı. Yol filan yoktu. O hanlarda hancılık yapardım. Atla köyden gelir, alış veriş yapılırdı. Atlarını hanlara bağlardılar. Bende hancı olarak atlara bakar, karşılığında para alırdım. Cumhuriyet Caddesi diye bir şey yoktu o zaman. İki yol vardı. Erzurum Cadde ve Trabzon Cadde. 1930'lu yıllarda öküz arabalarıyla tezek, kemre, odun, geven gibi yakacaklar gelirdi ve satılırdı. Ev ve iş yerlerinin tamamı toprak ve kerpiçtendi. Betonu bilmezdik..." 
Genel durumu böyle izah ederken  memleketin özelinde de moda deyimiyle nereden nereye (!) esprisi içinde; " Gençlik dayanışma içindeydi. Mesela fakir ve ihtiyaçlı olanları, durumu iyi olan aileler korur kollardı. Özel günlerde birbirimizle kıyafetlerimizi paylaşırdık. O zaman elbise ne arar! Kim dikecek? Ne elbisesi? Caddede gezerken birbirimize işaret ederdik. İşte Ahmet'in fotoğrafı varmış. Mehmet fotoğraf çektirmiş. Bunlar büyük nimetlerdi. Şimdi herkesin elinde bu tarz şeyler. Sevgi ve saygı çok fazlaydı. Rahmetli Sabri Amcam, mahallenin büyüklerindendi. Bayramda üç gün, kahve ve şeker tutardık. Gelen gelene… Arife gününde yemekler kazanlarla yapılır, üç gün boyunca yerdik. Geleni gideni ağırlamaktan, yemek yapmaya bazen vakit olmazdı evlerde. Eskiden kurbanları kapıların önünde keserdik ve kapının önünde dağıtırdık. Kendi evimize üç günlük et ancak kalırdı. " 
Asım Hancı amcamız bizim zaviyemizden ise; " Atatürk'ü iyi araştırın, iyi okuyun. Adam olmanın yolu, bu ülkeye hizmet etmenin yolu onu anlamaktan geçer. Sevgiyi ve saygıyı hayatınızın her anında yaşayın, yaşatın. Az yiyin, çok yürüyün. Sıhhatli, genç ve güçlü kalın. Daha ne diyeyim! " diye gençlere nasihatleri ihmal etmeyen ve aynen bu akideleri kendine hayat tarzı olarak yaşayan biridir. 


Oldukça vakur, sert görünümlü, uzun boylu, yakışıklı, insanlarla iyi, ciddi ilişkiler kurabilen, temsil kabiliyeti mükemmel, babacan, müşfik, vefalı; dostlarını incitmeyen ve arayan soran, Bayburt kültürü ile mücehhez, memleket ve ülke meselelerine müdrik, aydın bir cumhuriyet neslidir. 


Kendisi zaten cemaziyevveline ait bilgileri yukarı da sunmuş. Baba dostu büyüğümüze daha nice yılları sağlık, sıhhat ve huzur içerisinde geçirmesini niyaz ediyoruz.
PROF. DR. SEMRA KAHRAMAN


Kitre köyünden Öğretmen Hüsamettin Özkal'ın kızı. Yani kadim aile dostumuz olan bir insan... 5 veya 6 yaşlarında tanıdığım daha sonraları sadece hayatı hakkında uzaktan malumat sahibi olduğum, ünü ülkemizi aşmış, dünyaca bilinen değerlerimizdendir. Kişisel ve özel nitelikleri bakımından çocuklukta kalan çocuksu izlenimlerimden başka detaylı bilgi veremeyeceğimden; Bayburt'umuzun bir nevi hafızası ve arşivi olan yüzakımız, Bayburt Postası gazetesinden alıntıları buradan yazmak durumundayım.


Prof.Dr.Semra Kahraman (Özkal)
Yaptığı çalışmalarla birçok yeniliğe imza atarak alanında öncü olan Semra (Özkal) Kahraman' ın adını, ilk kez 1994 yılında ulusal haber programlarında duyduk. Başarılarını ise gazetelerden okuduk... Tam o yıllarda Türkiye, ilk mikroenjeksiyon (tüp bebek) bebeği Ceren'i bağrına bastığında; Bayburt, bir bilim insanının kendi bağrından çıkışına ilk kez tanık olacaktı . 1959 yılında Bayburt'un Kitre köyünde ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Prof. Dr. Semra Kahraman'ın başarı dolu hayat hikâyesi, 3 yaşındayken kaderine mahkûm topraklardan ailesiyle beraber göçüp, İstanbul'a yerleşmesi ile başladı. Küçük yaşta “doktor olacağım ve hastamı uzak yerlere göndermeyeceğim ” diyerek geleceğe dair düşürdüğü çocuksu bir notla, farkında olmadan dünyanın uzak noktalarında şifa arayan insanlara umut kapısını aralayacak çalışmalarının ilk işaretini vermişti. Aslında her şey düşündüğü gibi gelişecekti, fakat sandığı kadar kolay olmayacaktı… Hızlı ve zor bir hayat onu bekliyordu.
Öğrenimine, eğitimci olan babası Hüsamettin Özkal gözetiminde Gültepe İlköğretim Okulu'nda başladı. Ardından -eski adı Levent Kız Ortaokulu- yeni adıyla Beşiktaş Etiler Lisesini bitiren Semra Kahraman' ın içinde bulunduğu şartlar, eğitimine dair birçok isteğini köreltse de, öğrenme arzusu ve başarma azmi; onu ülkenin en nitelikli kurumları arasında gösterilen Hacettepe Üniversitesi'ne kadar götürmüştü.
1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra 1989 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Kadın Hastalıkları ve Doğum ihtisasını tamamladı. Günümüzde olduğu gibi o yıllarda, bilim konusundaki imkânların yetersizliğiyle beraber, kadınların bilim dünyası için histerik görüldüğü Türkiye'de, Semra Kahraman sadece ilim tahsil ederek yetinmemiş, yeni heyecan ve yeni solukla bizzat kendisi keşfetme yoluna gitti. Bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayıp, birçok insanın ulaşamayacağı konumda olmanın mutluluğunu yaşamak yerine, daha iyisini elde etmenin hırsıyla meşakkatli bir süreçten geçti. 

Öğrenimini sürdürdüğü Oslo Üniversitesi (Norveç) ve Haugesund Fertility Center'da tüp bebek konusunda çalışmalar yaptığı 1.5 yıl içerisinde -biri 4 yaşında, diğeri 5 aylık- çocuklarından ayrı kalarak zor geçen günler yaşadı. (1991) Ailesinden ayrı kaldığı günlerin acısını, sadece eğitimini aldığı alanda mütehassıs olarak değil, kız çocuklarına yönelik “okuma-yazma” kampanyalarıyla kadın cehaletinin yansıtıldığı ülkemizde, bizzat tabuları yıkarcasına Türk bilim dünyasının görünmeyen yüzünü aydınlatarak çıkardı. " 
Hülasa Türk tıbbında kendi gücü ve imkânları ile sınırları aşarak, kimi zamanlar dünyanın dikkatini çekmeyi başaran Prof. Dr. Semra Kahraman, yine kendi gücü ve imkânları ile bu defa dünya tıbbında yeni ve asıl devrimi gerçekleştirmenin peşinde… Ya da çok yakınında! 

Bu değerli bilim kadını hemşerimize, kardeşimize ahir ömründe huzur, sağlık ve sıhhat temenni ediyoruz.
SALİH CENGİZ
Ressam Salih Cengiz
Salih Cengiz bey, bizim çocukluk ve ergen dönem kadim arkadaşlarımızdan. Fırtınalı ve çalkantılı bir hayat süren bu kardeşimiz akademik olarak Ressamlık eğitimi almamasına rağmen doğuştan ve Allah vergisi yetenekleri ile bu gün ülkemiz genelinde tanınan, bilinen ve sahasında ilklere imza atan, oldukça mütevazi, nüktedan ve hanedan, çelebi, espritüel, temsil yeteneği zirvede, zarafet ve nezaketi olan, naif ve sade bir yaşamı tercih eden, haksızlığa ziyadesiyle tepkili, güzel giyinen kısaca oldukça kabiliyet sahibi kardeşimizdir.


Salih gardaşımın bendeki intibaı, halktan kopuk ve hor gören klasik sanat adamı kalıplarını reddeden, nevi şahsına havi birisidir... eyyamcı ve siyaseten entel takılan bir dünya adamı değil, bilakis memleket meselelerine biganeliği reddeden, lokal olarak örf ve anenelere son derece önem veren, mevzii olarak siyaseten şuurlu ve bilinçli, gençlerle ilgilenmek gerektiği hususunda gayretli, okuyan ve kendini sürekli yenileyen sanatının zirvesinde olan mütevazi ve olgun bir kişilik sahibi olmasıdır.
Memleketimizin asilzade bir ailesine mensuptur. Babası fırıncı Recep amcanın otoriter ve sert ortamında, ruhunda sanatçı esintilerinin yer ettiği Salih gardaşımız bu otoriter ortamlara zaman zaman gögüs gererek, zaman zaman da derunun da isyan eden, fakat kimseyi incitmekten imtina eden, memleketimizin deyimiyle "götürümlü" bir kişilik sahibi, tertemiz, yüz akı bir geçmişe sahiptir.
Üstadımızın bir yağlıboya Bayburt Çalışması
(bugüne kadar gördüğümüz "yağlıboya bayburt"
çalışmalarının içinde kuşkusuz en güzeli)
Kendi kişisel sitesindeki bilgilere göre: Ressam Salih Cengiz, 1957 yılında Bayburt'un Şingah Mahallesi'nde doğdu. İlk ve ortaöğretimini Bayburt'ta tamamladıktan sonra 1973 yılında İstanbul'a yerleşti. Resim konusunda akademik bir öğrenimi olmamasına rağmen; yoğun araştırma ve gözlemlerini yeteneğiyle birleştirmesi sonucu, basın dünyasının eski mekanı olan Babıali'de kendini geliştirip adından söz ettirmeyi başardı.
Çizgi roman, illüstrasyon, karikatür, grafik, sahne dekorasyonu, kapak ve duvar resmi gibi sanatın farklı dallarında çok sayıda ürünler verdi. 13 kişisel sergi açıp, 5'i yurtdışında olmak üzere 17 karma sergiye katıldı. Özellikle Tuvaldeki Mozaikler sergisi Kültür Bakanlığı'nın desteğiyle, 2004 yılında Çanakkale Kolin Hotel, İstanbul Ayasofya Müzesi ve 2005 yılında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde kalabalık bir sanatsever kitlesi tarafından izlenip yazılı ve görsel basının ilgi odağı olmuştu. 


Ayrıca dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından başarı plaketiyle ödüllendirilmiştir.
Yurtiçi ve yurtdışında birçok önemli koleksiyonda eserleri bulunan sanatçı,TÜRKSAV ( Türk Dünyası Sanatçılar Vakfı) üyesi olup halen Yalova'da serbest ressam olarak sanat hayatına devam etmektedir. 


Salih Bey gardaşıma ahir hayatında sağlık, sıhhat ve huzur dilerken, daha nice sanat eserleri ve resimleri ile memleketimizin yüzünü ağartacak eserler üretmesi hususunda gayretlerini temenni ediyorum.
NİZAM SAYIN
21 Şubat 1998 Sürmeli Otel Nizam bey 
ve Faruk Nafiz
Nizam ağabeyi, kaleardı mahallesinden, herkesin sevip saydığı, kendine has bir edası tavrı olan , şakacı, espritüel, çok davudi ve güzel bir ses sahibi, merhametli, arkadaşlığı kavi, sağlam karakterli, örnek arkadaşlığı olan, sevecen ve müşfik bir arkadaşımız idi.


Gardiyan Nizam olarak ta yad edilen bu hemşeri, Bayburt'ta görevli olduğu süre içinde cezaevi mahkumları için bir umut kapısı, adeta onların her şeyi idi. Merhametli, ve yufka yürekli olmasından dolayı bir çok kez de bunun ceremesini çekmiştir. Başgardiyanlığı döneminde bir çok mahkuma babalık denilebilecek iyilikler yaptığı herkesin malumudur. Öyle ki cezaevinde özellikle kimsesiz ve sahipsiz mahkûmlara hamiyet eder, onları korumasına alırdı. Hatta bir defasında bir mahkuma " kafa izni " tabir edilen bir gayri yasal izin vermiş (idare etmiş!) mahkum geri gelmekte gecikmiş bundan dolayı bayağı sıkıntı çekmiş, bu ve benzer Saiklerden dolayı Erzincan'a sürgün olmuş, orada da maddi ve manevi türlü sıkıntılar içinde kalmıştır.
İyi niyetinden dolayı memuriyetini yarıda bırakıp, Ankara'ya yerleşmiştir. Ulus Hacıbayram semtinde bir müddet kahvecilik ve otel işletmeciliği yapmış yine merhamet ve iyi niyetinden istifade etmek isteyen bir takım art niyetli insanlarımız tarafından istismar edilmiş, orada da türlü inkıtalar yaşamıştır. 


Bu değerli kardeşimiz çoğu kez zarar gördüğü hemşeri ve arkadaşlarını üzmek bir kenara, kırmamıştır bile diyebiliriz. Nevi şahsına havi ve insani duyguları zirvede olan bu hemşerimize ne yazık ki maddi varlığını zayi ile sağlık ve sıhhatini kaybetmesinden sonra birçok kişi (istisnalar hariç) sahip olmamışlardır. Fakat o yine de kendinden menkul bir tevekkül içinde insana güvenmenin esas olduğunu söylemekten geri durmazdı. Garip denilebilecek karakterde, bir iyi niyetli hemşeri idi.
Nizam abimizle Bayburt ve Ankara da epey bir gurbet arkadaşlığımız oldu. Çok hatıralarımız, anılarımız ve yarenliklerimiz vardır. Seven ve sayanı çoktu, şu an Antalya da ikamet ortak bir arkadaşımız ondan bahsettiğimizde; "ah! Gardiyan, bir insan bu kadar mı güzel huylu, munis olur, yahu! herhalde sinirlerini aldırmıştı, zengin, fakir, hangi görüşten, kim olursa olsun, sarhoşu- hocası herkese insan gibi davranan gardiyan, Allah nur içinde yatırsın!" diyerek duygularını ve üzüntüsünü dile getirmişti.
Hayatımda tanığım, haksızlık karşısında tepkisini hiç esirgemeyen, hayatı pahasına da olsa haksızlığa dikilen bir kaç kişiden biridir dersem, yalan olmaz. Sesi çok güzel, tok ve yanıktı, dinlemeye doyamazdınız, Bayburt ve Elazığ yöresi ile Kerkük türkülerini çok güzel terennüm ederdi.
Sağlığına dikkat etmezdi.
Hemen herkes tarafından sevilen ve sayılan bu ağabeyimiz 2006 yılında kalp rahatsızlığından dolayı rahmeti rahmana intikal etti. Allahtan rahmet, mağfiret ve aff niyaz ediyorum b güzel insana...


MUHSİN BAYBURTLU (Karaer)


Onun çok yönlü yeteneği daha çocukluk yıllarında kendini göstermişti, bunda; b abası, amcası ve abisinin Bayburt  folklorunun öncü şahsiyetleri arasında olmaları n da önemli bir etkendi... Daha ilkokul yıllarından itibaren Bayburt'umuzun ve ülkemizin diğer yörelerine ait türküleri söyleyerek sahnelerde büyüdü denilebilir.
Muhsin Bayburtlu gardaşımız Bayburt terbiyesini ziyadesiyle muhafaza eden; mütevazı, çelebi, alçak gönüllü, hanedan, güler yüzlü, güzel ve şık giyinen, beyefendi duruşu ile memleketimize ait vakarı taşıyan birisidir.
Bunların yanısıra yeşil sahalarda da futbolcu olarak fırtına gibi esmesi kısa süre içinde onun Bayburtspor dışında Giresunspor ve Erzurumspor gibi dönemin güçlü takımlarında profesyonel olarak top koşturmasını ve adını unutulmazlar arasına yazdırmasını sağlamıştır.
Delikanlılığının ilk yıllarında  (1980),  rahmetli Oflu Osman'ın önerisiyle;  MAKSİM gazinosunda sahne almıştır.  Onu  hayranlıkla izleyen gazinocular kralı Fahrettin Aslan'dan aldığı teklifi; gerek bazı büyüklerinin onu yanlış yönlendirmesi gerekse;  geleceğini tayin edemeyecek kadar toy ve genç oluşu,  futbolu tercih etmesi nedeniyle en az İbrahim Tatlıses kadar şöhretli olmasına engel olmuştur.
Kabul etmek gerekir k, i Muhsin Bayburtlu; Bayburt türkülerini en iyi yorumlayan sanatkârımızdır. Sesi kadife gibi, otantik, nağmelere ve notalara uyumlu, ses bandı olarak geniş bir gırtlak yapısına sahip, türküleri tadında söyleyen, g erek beyefendi, çalışkan, kaprissiz ve uyumlu kişiliği ; gerekse, müzik bilgisi, geniş repertuarı, sahne hakimiyeti ve yanık sesi onun yurdun dört bir yanında ve yurt dışında organize edilen Bayburt gecelerinin ve düğünlerin vazgeçilmez nazenin sanatçısı olmasını sağlamıştır.
Değerli okurlar burada bir parantez açma gereğini duyuyorum, maalesef böyle değerlere sahip bu kardeşimiz bu kadar özverisine rağmen hemşerilerinden ilgi ve alakayı görememiştir. Bir sohbetimizde Muhsin bey, hemşerilerin alakasızlığına bühtan etmiş " ne olacak ağabeyi hep eledür: evden yeten danacuğ..! " diye, anlamlı bir ifadeyle sıkıntısını ve beklentisini dile getirmişti. Evet yine İsmail Türüt bir sohbetlerinde; "ula Muhsin Bayburtlu! habu sendeki yakışıklılık ve ses bende olsa varya ...!" diye, ironik bir sulupla hakkı teslim etmiştir. Bu gibi değerlere sahip çıkmalıyız diye düşünüyorum!

Aynı zamanda, evine bağlı çocuklarına düşkün, örnek bir aile reisi olan Muhsin Bayburtlu u lusal televizyon ve r adyolarda programlara katılmakta ve halen Karadeniz TV de Cuma akşamları 21.00 de yayınlanan " Türkü Tadında" programını hazırlayıp sunmaktadır.
Kendisine uzun ömürler diler, başarılarının devamını temenni ederim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hafıza-ı Beşer (25) Kurban Yazoğlu, Kurban Yılmaz, Ali Kemal Kumkumoğlu,İsmet Çakal

Hafızai Beşer (11) Naci Memiş, Bünyamin Kutluer, Metin Sezer, Erdoğan Kadakal, Cahit Altay